🦫 Bir Insanın Işleri Neden Ters Gider

Allah neden duaları kabul etmez isyan etmiyorum ama insanın bir işi yolunda gitmez mi olacak bir işi neden ters gider.anlamış değilim bu hayatı .sizdede oluyor mu böyle anlam veremediğiniz gizli güçlerin olacak işlerinizi engellediği. Ülke olarak ekonomik, sosyal ve ahlaki açıdan son hızla felakete gittiğimiz açıkça görünüyor. Ancak yazmamın sadece dışarı doğru verilen bir şey olmadığını, benim için de gerekli olduğunu düşünüyorum. İnsanın salt kendi kendine yazmasıyla da bu işlev yerine gelmiyor. O nedenle yeniden ifade etmeye, yeniden İnsanlara tutkulu bir bağlılığı simgeleyen ve adını "İnsanlara Tapınma Dini" koyabileceğimiz bu batıl inanç elinizdeki kitabın ana konusunu oluşturmaktadır. Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde insanları bu sapkın inançtan kurtulup yalnızca Kendisine kulluk etmeye davet etmiştir. Bu ayetlerden birinde şöyle buyrulmaktadır: Nitekimbedeni yaratan Yüce Allah'ın ilmi sonsuzdur ve insanın kavrayışının çok ötesindedir. Ama insan bedenindeki sayısız örnek içinden birkaç tanesini seçip burada anlatmak, insanı kusursuzca var eden Allah'ın varlığını, büyüklüğünü, gücünü, ilmini ve sanatını gereği gibi takdir edebilmemize yardımcı Ancak, özellikle İngilizce konuşulan ülkelerde "irrasyonalize etme" denebilecek bir de ters süreç var. Kurnaz bir kişi bir sorunun lehinde ve aleyhinde olan yönleri az veya çok bilinç- altı bir yolla, bencil bir açıdan değerlendirebilir (İnsanın kendi çocuklarının söz konusu olması dışında, bencil olmayan düşünceler Temelergonomi ilkeleri şunlardır: -El aletleri sakatlanmaya ve kazaya neden oluyorlarsa değiştirilmeli veya düzeltilmelidir. -Yapılan iş uzun süreyle ters harekete, uzanmaya ve dönmeye neden olmamalıdır. -İş tasarımı kaldırma ve taşıma işlemlerini minimize edecek şekilde yapılmalı ve çalışanlar uygun kaldırma Özgüveninizi özsaygınızı ve değerlilik duygunuzu koruyun: Her hangi bir başarısızlık ya da insanın istek ve beklentilerinin gerçekleşmemesi (özellikle çok önemsenen bir konuysa) o kişide kendisiyle ilgili olumsuz düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olur. Kendisine olan güveni kaybeder, kendisini bir iş beceremeyen Bir hakim bile yeterli kanit olmadan bir sucluya ceza veremiyorsa, Allah, neden daha dogmamis bur insani; seni yaratirsam bundan 2400 yil sonra gunahlar isleyeceksin o yuzden hadi cehenneme, asla demeyecektir.. Allah in adaletinin kendi yarattigi bir kulun hakimliginden daha guclu ve mantikli olacagini tahmin ediyorsunuzdur.. Enneagram dokuz ayrı kişilik tipini ve bu tiplerin nasıl karşılıklı nasıl bir ilişki içinde olduklarını açıklayan eski bir öğretidir. Enneagram testi; bilinen en faydalı kişilik testi olma özelliğine sahiptir. Çünkü, bir kişilik testi olmaktan çok daha fazlası, bir kendini tanıma, kişisel gelişim ve dönüşüm Bu süreçte şansınız yaver gider ve hemen casual ya da mesleğinizle alakalı bir iş bulabilirseniz, birikiminiz tamamen erimeden işleri yoluna koyabilirsiniz elbette ama kendinizi her koşula maddi ve manevi olarak hazırlamanız, moral ve motivasyonunuzun da yüksek kalmasını sağlayacak ve yeni hayata adaptasyon sürecini Bir kimsenin başarılı veya başarısız olması, işinin rast gitmesi veya gitmemesi iki açıdan değerlendirilebilir: Birincisi: Her şeyin dizgini elinde olan Allah’ın takdiri. İkincisi: İnsanın, birer ilahi kanun olan kâinattaki cari sebepler sistemine riayet edip etmemesi. - İnsan olarak yaptığımız başarılı işlerin HlTo. 15/12/2019 Manavgat, SahilAnnem bir gün ’İnsanlar denize neden girer? Zevk için mi yoksa ihtiyaçtan mı?’’ diye düşündükten sonra cevaplamıştım’Zevk için gidiyorlar. Bu bir ihtiyaç değil.’’İnsanlar denize keyif almak için giderler. Kumsalda uzanır, güneşlenir bronzlaşır, birkaç kulaç attıktan sonra da bir şeyler yeyip içerler. Gitmeseler ne olur? Kimse denize gitmedi diye ölmez. Bu tamamen zevke dayalı bir üzerine biraz daha düşününce aslında bunun da bir ihtiyaç olduğunu anladım. Yapılan hiçbir şey kendiliğinden gerçekleşmez. Bir şeyin ortaya çıkması için bir sebep, bir amaç, harekete geçirici bir şey gereklidir. Her tepki başka bir etkinin de adam emniyet şeridinden giderken bir anda polisi görüyor ve ceza yememek için tekrar normal şeride girmeye kalkıyorlar. Ancak hemen solundaki araç o anda kendi şeridinde ilerlemeye devam ettiği için bir çatışma durumu ortaya çıkıyor. Kendi şeridinde ilerlemeye devam etmek isteyen ve emniyet şeridinden çıkmak isteyenlerin amaçları o anda birbirine bu anlaşmazlık sonucu emniyet şeridini işgal eden araç yanındaki aracın önüne geçiyor ve durdurup hesap soruyor, sinirleniyor, arabanın yan aynasını kırıyor ve aracın üzerinde zıplayıp araca zarar vererek oradan ayrılıyorlar. Diğer araçtaki yani kendi şeridinde giden hatasız sürücünün bir kadın ve bunun üzerine bir de hamile olması Anneliğe atfettiğimiz kutsala karşı gelinmesi ve kendi annemizle özdeşleştirme durumu doğal olarak olaya sadece kadın sürücü ve mağdur olan taraftan bakmamızı daha da her eylemin bir sebebi var. Biz bunun farkında olsak da olmasak da bu denize zevk uğruna gittiklerini söylemiştim. Ancak işin aslı öyle değil. En keyfine düşkünü için bile öyle değil. İnsanlar tatil zamanlarında akın akın denize gidiyorlar, o kadar yol, masraf ve yorgunluğu göze alıp yapıyorlar bir de bunu. Hatta çoğu zaman tatil, dinlenmekten çok yorgunluk bırakıyor insanlarda. Ancak buna rağmen neden hala denize girmeyi istiyoruz? Buna hala zevk diyebilir miyiz?Zevk dediğimiz şey astarının kılıfından daha pahalıya gelmediği zamanlarda ortaya çıkıyor. Bu kadar yorgunluk ve maliyetin olduğu bir eyleme artık zevk bir yıl boyunca sevmediğimiz işlerde, sevmediğimiz insanlarla, sevmediğimiz ortamlarda çalışmaya biçtiğimiz bir ödülün ihtiyacıdır bu. Maliyeti, yorgunluğu, çekilecek çilesi ne olursa olsun o bir yılın karşılığında kendimize vermemiz gereken bir karşılıktır. İnsan çektiği çileye karşılık bir şeyler bekler. Kötü bir şey olduğunda cezalandırmak iyi bir şey olduğunda da ödüllendirilmek zihnimiz böyle çalışır ve beklentilerimizin çalışma mekanizması da budur. Mağdur olanın yanında olma eğilimi bu nedenle mekanizma hikayelerin de omurgasını trajedi ve edebiyat bu temel mekanizmaya sahip olursa daha çok kişi tarafından kabul görür. Klasik anlatı, giriş gelişme ve sonuç olarak üç bölümde ilerler. Dizilerde şöyle bir senaryoyla çok karşılaşırız. Fakir ama gururlu bir gençle, zengin ve güzel bir kız birbirine sever ancak önlerinde bazı engeller vardır. Bu hikayenin daha girişi bile bizi otomatik olarak saf tutmaya yöneltir. Genciyle yaşlısıyla toplumdaki konumu ne olursa olsun böyle bir hikayede daha en başında hemen herkes kendisini fakir ama gururlu gencin safına biz her ne kadar o genç gibi fakir olmasak da kendi hayatlarımızda bir şeylere karşı savaşmak zorunda kalırız ve bununla mücadele etmek zorundayız. İşte bu genç bir anda [kadın ya da erkek olmamız fark etmez] o hikayede -kendi dünyamızdaki- bizi temsil etme görevini yüklenmiş olur. Daha doğrusu bu yükü içsel olarak ona biz gelişme kısmında fakir gençle zengin kız birbirine aşık olur ve kızın babası bu ilişkiye izin vermez. İşte bu süreçte kendimizi gence karşı daha yakın hissederiz. Artık karşımızda zengin ve güçlü bir karakter yani aslında bir engel olan kızın babası vardır. Kendi hayatlarımızda bu karakter müdürümüzdür, babamızdır, anlaşamadığımız iş arkadaşlarımızdır veya başka engellerimizdir. Gencin karşısına çıkan bu engel bu nedenle artık bizim de engelimiz olur ve onun bu engeli aşmasını onunla beraber biz de umut etmeye hayatında meydana gelen ’bir takım tesadüf ve şans’’ düzenekleri yardımıyla 180 derecelik bir değişim olur. O artık fakir değil zengindir. Bu izleyici ya da okuyucu olarak bizi bir miktar rahatlatır ancak yeterli olmaz. Kızla oğlan henüz bir araya gelmemişlerdir. Doğamız gereği bir işin eksik kalması psikolojik olarak bizi rahatsız eder. Tamamlanmayan her iş aslında bizim için yok hükmündedir. Bu nedenle sonuç kısmında oğlan ve kız birçok engeli aştıktan sonra -mutlaka- mutlu sona ulaştırılır. Ve hepimiz rahat bir nefes alıp koltuklarımızda geriye doğru bize iyi kötü biten filmler genellikle beğenilmez. Yorum kısmına bakarsanız böyle filmler genellikle ’Filmde bir şeyler eksik kalmış’’ diye yazılmış yorumlara maruz kalır. Bu nedenle Amerikan filmlerinde dünyayı istila eden uzaylılara karşı insanlar her zaman galip gelir. Dünyayı kurtaranlar Amerikalı olsa bile hangi milletten olursa olsun kendimizi uzaylılara karşı mücadele edenlerle özdeşleştirir ve dünyanın kurtulmasını onlar gibi biz de gelişme ve sonuç kısmının mekanizması bu şekilde çalışır. Aristoteles tiyatrolarda oynanan tragedyaların bu mekanizmaya sahip olması gerektiğini söyler. Tiyatro ya da sinemada gerçek dünyadaki yansımaları alır ve olayın geçtiği mekanı ve kişileri taklit eder. Buna mimesis denir. Platon kendi ontolojisinde dünyayı ikiye ayırır. Asıl olan idealar dünyası ve bir de bu ideaların birer yansıması olan ve şu an içinde yaşadığımız dünya. Bu mimetik evrende ressamın yapmış olduğu bir resim zaten taklit olan bu dünyanın ikinci kez taklidinin yapılmış olmasından dolayı asıl olandan bizi bir kez daha uzaklaştırmış olur. Bu nedenle Platon’a göre sanat yasaklanmalıdır. Çünkü sanat bu haliyle insanı gerçekten uzaklaştırmaktan başka bir işe Aristoteles bu konuda hocasından farklı düşünür ve mimesis’i yani taklit etme kavramının yanına bir de katharsis kavramını ekler. Katarsis, mimesisle yaratılan bir dünyada başımızdan gerçekçi bir olay geçmesinin sağlanması ve bu mimetik süreçten sonra ruhsal olarak arınarak rahatlamanın adıdır. Ki şu an sinemanın veya edebiyatın bize yaptığı şey de aslında budur. Başkalarının hayatlarına birer izleyici olarak dahil olmakmimesis kendimizi onlarla özleştirmek ve onların acılarına ortak olduktan sonra yine en az onlar kadar bu acıyı ortadan kaldırmayı istemek ve mutlu olmakkatharsisHer şeyin başka bir şeye tepki olarak harekete geçtiğini söylediğimiz bir evrende olaylara diğer taraftan bakmayı ne kadar deniyoruz bunu hiç düşündünüz mü? Zengin babanın, kötü dediğimiz insanların, yolda magandalık yapanların ruh halini ne kadar anlamaya çalışıyoruz?Sosyal medyada bu yol kavgası olayın patlamasının ardından magandalık yapanların bir baklava şirketinin olduğu ve bu şirketten bir daha alışveriş yapılmaması üzerine bir kampanya başlatıldı. Yukarıda anlattığımız mekanizmaya ne kadar uyuyor değil mi? Engelle karşılan hamile bir kadın ve onun bu engeli aşmasına yardımcı olmak için sıraya giren binlerce insan. O kadının yanında olmayı aslında kendimiz için istiyoruz. Bu dünyada hala bir adalet olduğuna, kötünün cezasını, iyinin de ödülünü aldığı bir dünyanın hayali bize haz veriyor. Doğal olarak karşı tarafı hemen ötekileştirip cezalandırma işlemine başlıyoruz ki rahatlayalım. Sorunun tam olarak çözülmesine gerek yok, günü zihinsel olarak rahatlamış olarak kapatalım yeter. Bunu bazen sanal olarak katıldığımız bir imza kampanyasında ya da attığımız bir tweet ya da facebook paylaşımı sayesinde halledebiliyoruz ne de adamları, uzaylıları bir an önce öldürmeyi istemek ve engeli ortadan kaldırmaktır burada yaptığımız. Ancak engelin neden ortaya çıktığını bu şekilde yazıyla magandalığı, zorbalığı ya da kötülük yapanları normalleştimeye çalıştığım düşünülmesin. Bunların yapılmaması gerektiğine ben de katılıyorum. Ancak bu olaylara karşı verdiğimiz tepki, süreci iyileştirmekten çok körüklemeye yaramıyor mu? Bu adam bu magandalığı neden yapıyor? Onu emniyet şeridini ihtiyaç dışı kullanmaya iten sebep nedir? Bu magandaların sayısı neden bu kadar fazla ve gittikçe artıyor? Adalet duygusuna bu kadar ihtiyaç duyulan bir döneme hiç ses çıkarmayan ancak her şeye yorum yapanların aslında ne kadarı masum?District 9 filminden bir sahneÜlkemizde yaşayan üç milyon Suriyeli göçmen. Bu sayının yarıdan fazlası çocuk. Yarın büyüyüp birer yetişkin olduklarında dünyayı nasıl algılayacaklar? Umutlular mı? Geleceği dair planları neler? Peki ya bizim çocuklarımız? Onlar ne durumda? Peki ya bizler? Bizler hayattan istediğimizi alabiliyor muyuz? Sabahın köründe kalkıp işe giden, gecenin bir yarısında da eve dönen vatandaş halinden memnun mu? Dedim ya amacım kötüye iyi demek değil. Ancak kötünün neden kötü olduğunu anlamak zorundayız. Bu zorundalığın altında da yine kendi dünyalarımızı daha güzel kılma ideası var. Yine haz kaynaklı bir eylemin mahsulü aslında her 9 oluşturduğu mimetik evren ve izleyicide uyandırmaya çalıştığı katharsis duygusuyla bu konuya dikkat çekmeye çalışan güzel bir film. Konusu itibariyle de çok özgün. Dünyaya gelen bir uzay gemisi ve içinde bulunan milyonlarca uzaylı. Güney Afrika’da bir yerde bu uzaylılar için bir mülteci kampı kuruluyor. Tekrar gitmeye karar verene kadar o bölgede tutuyorlar uzaylıları. Ancak sonra o ülkenin halkı ayaklanıyor. Bu uzaylılar bize zarar veriyor, onları istemiyoruz diye sesler yükseliyor. Bir vatandaşla yapılan röportajda şu cümleler geçiyor’Onları istemiyoruz. Başka bir ülkeden gelseler neyse ama onlar dünyadan bile değiller.’’Aslında bu konuşma dünyayı ne kadar sahiplendiğimizi de gösteriyor bize. Başka bir ülkeden olsa neyse cümlesindeki ’kibir’’ ve ama onlar dünyadan bile değiller cümlesindeki ’ben buranın sahibiyim’’ yanılgısı çok belli oluyor. Ve öncelik sonralık algısı maalesef yanıltıyor bizi. Önce giden oranın sahibi olur. İlk bulan kazanır gibi bir algı bu. En basitinden bu algı askerlikte bile varlığını sürdürür. Önce giden sonra gidenden her zaman üstündür. Önce giden kendinden sonra gelene devreder artık işleri. Devrecilik sistemi kendi kendine oluşmaz. Yanlış giden bir şeye yanlış verilen bir tepkinin sonucu olarak açığa çıkar. Her şeyde olduğu gibi burada neden ve nasıl sorulmaz, gelene geldiği gibi ayak uydurulur. Ola gelen düzenek beslenip, büyütülür ve onu besleyip büyüten de yine ondan şikayetçi olan bizler tarafından istemiyoruz dememizin altında yatan, bize bu haklılığı veren şey nedir? O topraklarda, uzaylılardan daha önce bulunduk diye o toprağın sahibi olma hakkını almış olur muyuz gerçekten? Önce olmak, önce var olmak, o sıraya önce oturmak bundan sonrada o sırada ya da koltukta oturma hakkını bize vermiş olur mu? Bir şeye sahip olmak için ona önce varmış olmak yeterli midir? Bir şeye sahip olmak gerçekten de mümkün müdür?Daha önce de Almanya’ya çalışmaya giden Türk işçilere ’Pis Türk. Çalış.’’ denmesi haklılığını bizden daha önce orada yaşadığı için kendini oranın sahibi olarak görme hakkını teslim eder mi her Almana? Ya da Nazi dönemindeki gibi Almanya Almanlarındır deyip Yahudileri göndermek hatta yakmak gibi bir haklılığı kendimizde görebilir miyiz zamanında bu haklılığı kendinde görmüş olanlar gibi?Ya da her hangi bir konuda haklı olduğumuzu nasıl söyleyebiliriz? Felsefenin kişiye öğrettiği ilk şey kavramların ne olduğu üzerinedir. Ağaç, elma, masa, kitap, dünya nedir? Ben nedir? O nedir? Bilgi nedir? Bir şeyi bildiğimizi söylerken o şeyi bildiğimizden tam olarak nasıl emin olabiliriz? İşte bu düşünce biçimi ve kavramların aslında ne olduğu daha en baştan öğrenilir ki daha sonra tartışılmak istenen konu iki taraf için de aynı olmasa bile makul noktada ’Bu dünyadan nefret ediyorum.’’ diyen birisinin bu yargıya tam olarak varabilmesi için öncelikle ’Bu dünya’’ derken kastettiği dünyanın tam olarak ne olduğunu, onu nasıl algıladığını ve bu algılamanın doğru bir algılama olup olmadığını bilmesi gerekmez mi? ’Ediyorum’’ derken oradaki gizli özne olan ben’le tam olarak ne ifade ediliyor? Ben kimim? Ben demek kendine sınırlar çizmek ve taraf tayin etmek üzere kullandığımız bir ifade şekli değil midir? Ancak ben gerçekten diğer şeylerden ayrı mıyım? Ben derken kendi Ben’im diye bir şeyin kanıtını tam olarak sunabilir miyim? Ya kendimi her şeyden ayrı görüyor ancak bu görmenin bir yanılgı olduğunu fark etmiyorsam? O zaman elimizde yeterli bilgi olmadan bu dünyadan nasıl nefret edebiliriz ki? Bu nefret etmek değil de olsa olsa bilmediğimiz şeyler üzerinden vardığımız bir ön yargı değil midir sadece?Denize zevk için giriyor gibi görünen insanların aslında gizli bir ihtiyaçtan dolayı girdiklerini bu ön yargılarla anlamayız. Biz sadece yargıda bulunuyoruz. Bu anlamaya çalışmaktan çok kısa yoldan sadece yargılamanın bir ürünü olabilir. Tecavüz, cinayet, hırsızlık, magandalık olaylarında yapan kişiyi sadece cezalandırmayı istemek ancak bu olayların neden meydana geldiğini araştırmamak farkında olmadan bu sistemi büyütmekte bizim de katkımız olduğunu göstermez mi?İdamı geri getirmek ancak sadece idam cezasının varlığıyla tatmin olmak var olan sorunlara çözüm bulmaya yeterli olur mu? Bir çocuğu gelecek endişesiyle korkutup ders çalışmasını sağlamaya benzer bu. Halbuki o çocuğa öğrendikleriyle neler yapabileceğini, hayatın bilgi sayesinde, anlamak sayesinde çok daha güzel olabileceğini ve asıl olanın zaten güzel olduğunu ve bu güzelliğe de yine güzellik bilgisiyle yani matematikle, geometriyle, felsefeyle, sanatla ulaşabileceğimizi gösterebilmemiz biliyoruz? Ve bildiklerimizin bir yükümlülüğü var mı? Varsa bu yükümlülükler nasıl yerine getirilmelidir konularını çok acil ve derinlikle masaya yatırmamız ve kendi merkez noktamızı yine kendimiz bulmamız gerekiyor. Aksi halde başkasının ipiyle indiğimiz kuyuların sonu hep karanlığa çıkmaya devam gerçekten denize neden girmek ister?Bilgiyle Kalın. benofsaytibilenkiz More you might like benziinkokusu-deactivated201901 kekotelli benofsaytibilenkiz moondies Best Of Behice’s Dinner. koskocabirbosluk Evlendiler benofsaytibilenkiz benofsaytibilenkiz telefonumbozuldu İNSANLARISOKAK ORTASINDA VURMAK ÖLDÜRMEKYAZARLARAÇİZERLEREŞİDDET UYGULAMAKBİZİM MEDENİYETİMİZDEASLAKENDİSİNE YER BULAMAMIŞTIR benofsaytibilenkiz ZENGİN KOCA ÜNİVERSİTESİ EV HANIMLIĞI FAKÜLTESİ benofsaytibilenkiz gifdunyasi Janoskians-Public Effection samescenario-deactivated2021031 aslindatambirizmirli Ya ahahahah catlayana kadar guldum cok iyi be 💪👍 meyvesuyundanalintilar fikibok123 Çok güzel ya antipatist Bütün olayı özetlemiş… sonsuzakadarsarilalim © See this in the app Show more Top Photos Recently Liked gunesesirtinidonenaycicegi beyazpiyanoo-deactivated2017092 Kadıköy kaymakamı “Vajina monologları” isimli oyunun gösterimine izin vermemiş. Kaymakam “Oyunun ismini telaffuz etmeye bile utanıyorum.” demiş. Oyunun yönetmeni buna karşılık “Vajina tıbbi bir isim, utanacak birşey yok, o asıl kaymakam sözcüğüyle uğraşsın.” demiş. onurbass OHOHOHOOOO D crazywhitenigga dağlara taşlara vura vura ssadarwerew jelibon-seven-zombi xsfddeewu birazmuzikbirazuyku Amina koyum ya didbjsbshsjs hayallerileyasiyorum aşk ile bir kez daha rb yapıyorum eksinbeniyasasin ilk yorumdaki tepkiyi verdim puhauıshıuah Evden Çalışan Personelin Internet Masrafları Şirketim İçin Gider olarak kabul edilebilir mi ?Tek başınıza çıktığınız girişimcilik sürecinde yavaş yavaş ekibi büyütmeniz gerektiği zamanlar geldiğinde bir kişiyi işe almak için nereden başlanacağı, personel çalıştırmanın sorumluluklarının neler olduğu konusunda tereddüt edecek konular karşınıza çıkabiliyor. Enzo NorthI am bold, daring and fearless, I make no effort to stand out from the crowd, this sort of thing comes naturally to me. I am the pattern on a plain canvas from which excitement springs. I am guilty of being different and make no effort to change. I'm the best me possible and i'm getting better day by day just like they say about wine. Kategori Sizden Gelenler Osman dört yıldır bir şirkette çalışıyordu. İşinden memnundu. Üçüncü yıldan sonra biraz heyecanını kaybetmişti ama yine de işinde elinden geldiğince verimli olmaya çalışıyordu. Sabah zamanında gidip akşam zamanında çıkıyordu. İşler nasıl diye sorulduğunda aklına ufak tefek şikayet edecek konular gelse de “iyi” diye cevap veriyordu. Ancak dördüncü yılın sonunda İnsan Kaynakları yöneticisi kendisini yanına davet etti ve işten çıkarıldığını bildirdi. Osman deyim yerindeyse şok olmuştu. *** Rabia ile Begüm sürekli birlikte takılan iki arkadaştılar. Üniversite birinci sınıftan itibaren yakın arkadaş olmuşlardı. Birlikte ders çalışıyor; birlikte sinemaya gidiyor; evlerinde birbirlerini ziyaret ediyorlardı. Dışarı çıkacakları zaman, ne zaman nereye gidileceği konusunda bazen fikir ayrılıkları oluyordu; hatta bunun sonucunda çatışmalar da… Ama yine de arkadaşlıkları sürüyordu. Bir gün Begüm Rabia’ya ders notu getirecekti; ne var ki ders notunu getirmeyi unutmuştu. Rabia bu duruma inanılmaz büyük bir tepki verdi. Sanki Begüm Rabia’nın çok önem verdiği bir varlığına zarar vermişti. Rabia’nın tepkisi o kadar şiddetliydi ki, o günkü kavgadan sonra bir daha konuşmadılar. Begüm olan bitene bir anlam verememişti. *** Ahmet Bey, televizyon tamircisine dert yanıyordu.” Düne kadar hiç problemsiz çalışıyordu. Birden bozuldu. Ne olduğunu anlayamadım. Bozulması için hiçbir geçerli neden yok. Bir şey durup dururken bozulmaz ki…” *** Faruk ile Sevinç birbirlerini severek evlenmişlerdi. Mutlu olduklarını düşündükleri birkaç yıldan sonra evlilikleri önemli ölçüde bir alışkanlığa dönüşmüştü. Ancak yine de görünen bir sorun, büyük kavgalar ve çatışmalar yoktu. Yaşam standartları da ortalamanın üstündeydi. Evliliğin beşinci yılında Faruk, Sevinç’ten ayrılmak istediğini söylediğinde Sevinç inanılmaz ölçüde şaşırmıştı. *** Derimax isimli deri konfeksiyon şirketi, 1990’ların başında kurulmuştu. Özellikle İstanbul Beyazıt’ta alışveriş yapan Rus turistlere deri ceketler ve kabanlar satıyorlardı. Derimax’ın işleri özellikle 1990’ların ortalarında zirveye çıkmıştı. Milyon dolarlar kazanıyorlardı. Ancak 1998 geldiğinde şirketin işleri bıçak gibi kesildi. Depoda milyon dolarlık mallar vardı. Çeklerle alınmıştı, hiç satış yoktu ve montların borçlarının geri ödenmesi imkansızdı. Derimax yöneticileri problemin üstünden gelemeyerek iflas ettiler. *** İnsanlar özellikle yavaş yavaş gelişen değişimleri anlamakta güçlük çekiyorlar. Değişim bir eşiği aştığında ise iş işten geçmiş oluyor. Bir kova düşünün. Kovadaki su, doldukça yükselir. Ancak bir sorun yoktur. Kova su almak için tasarlanmıştır. Ancak kova su aldıkça su yükselir. Yine sorun yoktur. Ancak kovadaki su en üst noktaya geldiğinde kova taşmaya başlar. Daha önce bir sorun olmayan su akışı, artık radikal bir soruna dönüşmüştür. Önceki durumla ilgisi olmayan bir durum söz konusudur. Aslında olacaklar önceden bellidir; ancak önlem alınmamıştır. Bir şirkette çalışırken birden atılıyorsanız, siz farkında olmasanız da kovayı dolduran bir şeyler olmuştur. Bir arkadaşınız ya da eşiniz sizden ayrılmaya karar verdiyse siz fark etmeseniz de onları rahatsız eden kovayı dolduran bir şeyler olmuştur. Bir televizyon ya da bilgisayar birden bozulmaz, tıpkı bir paket lastiğinin gerile gerile kopması gibi bir sürecin sonunda bozulur. Biz görmesek de televizyonun içinde bir yerde bir parça ısınmıştır ya da başka bir sorun olmuştur. Tüm diğer örneklerde de bizim fark etmediğimiz bir sürü aksaklık kovayı doldurmuştur. Dolayısıyla kovanın taşması bize şaşırtıcı ve anlamsız geliyor. Kovanın taşmaması için olan bitenin farkında olmak ve zamanında müdahale etmek gerekiyor. Yaşamınızdaki kovaları taşırmamanız dileğiyle… Yazan Melih ARAT Gönderen Elif VEYİSOĞLU

bir insanın işleri neden ters gider